5 saat önce
Merhaba sevgili okur.
"Sanatta demokrasi olmaz." Bu iddialı ve kışkırtıcı cümle, ilk bakışta otoriter bir fısıltı gibi kulaklarımıza çalınabilir. Zira demokrasiyi hayatımızın her alanında yüceltirken, sanatı bu evrensel değerden soyutlamak, ilk bakışta kabul edilemez görünebilir. Ancak bu motto, ne sanatın bir avuç elitin tekelinde olduğunu iddia eder, ne de halkın sanattan uzak durmasını ister. Tam aksine, bu söz, günümüzün "beğeni" ve "oy çokluğu" takıntısına karşı sanatın özünü, ruhunu ve en önemlisi varoluş nedenini savunan bir manifestodur. Sanatı, toplumsal bir uzlaşma aracı olarak değil, bireysel bir vizyonun ve eşsiz bir yaratıcılığın eşsiz feryadı olarak tanımlar.
Demokrasi, birbirine zıt fikirlerin müzakere edilerek bir ortak paydada buluştuğu bir sistemdir. Herkesin sesini duyurabildiği, çoğunluğun iradesinin şekillendirdiği bir yapıdır. Peki, bir sanat eserinin bu yolda yürümesi mümkün müdür? Bir ressam, tablosundaki rengin tonuna, bir besteci notanın sırasına, bir yazar bir karakterin kaderine oylama ile karar verseydi ne olurdu? Muhtemelen ortaya çıkan eser, herkesin en az tepki göstereceği, en kolay tüketilecek ve bu nedenle de en risksiz bir ortalama olurdu. Oysa sanat, tam da bu vasatlığı reddetmek için vardır. Sanatçı, kendi iç dünyasının, hislerinin, acılarının, sevinçlerinin ve sorgulamalarının bir diktatörüdür. Onun fırça darbesi, kalemi ya da enstrümanı, dışarıdan gelen talep ve yorumlara değil, kendi içsel fırtınalarına sadıktır.
Yaratıcılığın Cesur Diktatörlüğü tam olarak burada devreye girer. Bu, halka karşı bir tiranlık değil, kendi vizyonuna karşı duyulan mutlak ve ödün vermez bir sadakattir. Sanatçı, içinde yanan ateşin, söylemek zorunda olduğu o eşsiz hikâyenin peşinden gider. Bu süreç, bilinçli zihnin mantığıyla değil, sanatçının bilinçaltının derinliklerinden gelen bir fısıltıyla şekillenir. Bu fısıltı, bir komitenin toplanıp onaylayabileceği bir şey değildir. Bu yüzden sanat, kolektif bir bilincin değil, tek bir dehanın yükselen eşsiz sesidir. Bu sesin gücü, "demokratik" kaygılardan arınmış olmasından gelir.
Sanat tarihi, halkın beğenisine sunulduğunda başlangıçta reddedilen, alay edilen, ancak zamanla klasikleşen ve sanatın yönünü değiştiren eserlerle doludur. Bu eserler, halkın o anki beklentilerine uymadıkları için dışlanmış, ancak zaman onlara haklılıklarını vermiştir.
Bugün, sanatın en büyük sınavlarından biri, dijital dünyanın dayattığı "popülerlik diktatörlüğü" ile başa çıkmaktır. Sanat, bir anda "viral" olmaya, binlerce beğeni ve paylaşım almaya endeksli hale geliyor. Bir eserin değeri, onun sanatsal derinliğiyle değil, ne kadar kolay tüketilebildiğiyle ölçülüyor. Bu durum, sanatçıyı ister istemez, kendi vizyonundan saparak kalabalıkların aradığına odaklanmaya itebilir.
Bir düşünün: Bir TikTok dansının yaratılışı, binlerce kişinin hemen katılabileceği, kolayca taklit edebileceği bir eylem üzerine kuruludur. Bu bir "demokratik sanat" örneğidir; herkesin katılımına açıktır ve gücünü buradan alır. Ancak bir balenin karmaşık koreografisi ya da bir modern dans performansının yaratımı, tek bir vizyoner sanatçının yıllarca süren meşakkatli çalışmasının sonucudur. Bu eylem "antidemoktatiktir" çünkü sadece sanatçının özgün vizyonundan beslenir ve izleyiciden de bu vizyona saygı duymasını bekler. Her ikisinin de yeri vardır, ancak sanatın asıl dönüştürücü gücü, ikincisinde saklıdır.
Peki, sanatın yaratımında demokrasi yoksa, izleyicinin rolü nedir? İzleyici, sanatın bir parçası değil midir? Elbette öyledir. Ancak izleyicinin rolü, bir oylama sandığına gidip oy kullanmak değil, bir tanık, bir yol arkadaşı olmaktır. Sanatçı, kendi iç dünyasını cesurca ortaya koyar; izleyici ise bu dünyayı anlamaya, hissetmeye ve onunla bağ kurmaya çalışır. İzleyicinin özgürlüğü, sanatın ne olacağını belirlemekte değil, hangi sanata tanıklık edeceğini seçmektedir. Bir eserin değerini yıllar içinde ortaya çıkaran şey, popülaritesi değil, bireylerin o eseri tekrar tekrar keşfetme ve onunla derin bir bağ kurma isteğidir.
Sonuç olarak, "Sanatta demokrasi olmaz" mottosu, sanatın ve sanatçının bağımsızlığı için bir savunmadır. Bu, sanatçının kendi vizyonuna sadık kalmasını sağlayarak, onun yaratıcılığını sıradanlıktan korur. Sanat, yalnızca güzel ve hoş olanı değil, aynı zamanda rahatsız ediciyi, çirkin olanı ve meydan okuyanı da kucaklamalıdır. Çünkü ancak bu şekilde, insana dair tüm gerçeklikleri yansıtabilir. Sanatın en temel ilkesi, özgürlüktür ve bu özgürlük, demokrasinin kolektif rüzgârları yerine, bireysel dehanın sessiz fırtınasıyla beslenir. Öyleyse, bir daha bir sanat eserine baktığınızda, "Beğendim mi?" diye sormak yerine, "Bana ne anlatıyor? Bende neyi dönüştürüyor?" diye sormayı deneyin. İşte o an, sanatın gerçek gücüyle buluşursunuz.
Sanatla kalın.
İbrahim AVCI