1 yıl önce
1802 – 03 yılları arasında doğduğu tahmin edilen, Aydın ili Nazilli kazasına bağlı Arpaz köyünde dünyaya gelmiştir. Fakir bir ailenin çocuğudur. Bugün adı Esenköy olan Arpaz köyü, Nazilli’nin 15 km kadar dışındadır. Mehmet’in babası Hasan genç yaşta vefat etmiş ve Kel Mehmet çocuk yaşta yetim kalmıştır.
Kel Mehmet ve annesi, Arpaz Beyinin yanında karın tokluğuna ırgatlık yapmaktadır. Kelliği dolayısıyla sürekli aşağılanmakta ve yanlarında çalıştığı bey tarafından çok ağır işlerde çalıştırılmakta ve sürekli dayağa maruz kalmaktaydı. Kel Mehmet bu sebeple çok zorlu bir çocukluk geçirmiştir.
Arpaz Bey tarafından kovulan ve sığınacak yerleri olmayan ana oğul, Mehmet’in annesinin bir tanıdığının bulunduğu Atça köyüne yerleştiler. Kel Mehmet’in bu sıralar 9 – 10 yaşlarında olduğunu biliyoruz. Mehmet Atça köyüne yerleştikten sonra, Atça Köyünün ağası ve muhtarı olan Şerif Hüseyin Ağa’nın yanında ırgatlık ve kır bekçiliği yapmaya başlamıştır.
Sabah Gazetesi’nden Salih Donat’ın anlattığı hikâyeye göre;
Atça’da her yıl yağlı güreş müsabakaları yapılırdı. Atça Köyü’nün muhtarı Şerif Hüseyin Ağa’nın pehlivanları da bu müsabakalara katılırdı. Başpehlivan herkesi yendikten sonra Şerif Hüseyin Ağa: “Var mı benim pehlivanımı yenecek olan? Benim pehlivanımı yenen benden ne isterse istesin” şeklinde bir meydan okuma yapar. Irgat Kel Mehmet’te “Ben varım” diyerek meydana çıkıp, başpehlivanı yener ve Şerif Hüseyin Ağa’ya dönerek Kızın Fatma’yı istiyorum der. “Benim kızım ırgata mı kaldı” diyerek çıkışan Ağa, Mehmet’i adamlarına dövdürtmüş ve herkesin içinde rencide etmiştir.
Irgat Mehmet, çocukluğundan beri yanında çalıştığı Şerif Hüseyin Ağa’nın kızı olan Fatma’ya ilk gördüğü günden beri âşıktır. Fatma’nın da gönlü Mehmet’ten yanadır. Annesi Ağa’nın kızı Fatma’yı istemiş ama Ağa kızını Irgat Mehmet’e vermemiştir. Şerif Hüseyin Ağa’nın kahyası Mahmut Ağa’yı köy meydanında bir arbedede yaralayan Irgat Kel Mehmet artık dağa çıkmaya karar vermiştir.
Ali Haydar Avcı’nın anlattıklarına göre, Mehmet, Mahmut Ağa’yı yaralayıp köyde barınamayacağını anladığı ve dağa çıktığı tarih yaklaşık olarak 1820’lerin başıydı. Bu da Mehmet’in 17 – 18 yaşlarında dağa çıkmış olabileceğine işaret etmektedir. Çok genç yaşta dağa çıkmasına rağmen çok kısa sürede kızanlıktan efeliğe yükselen bir başarı hikâyesi vardır. Yörük Ahmet, Turnalı Ali ve Palabıyıkoğlu ile beraber voyvoda ve ağaların karşısında durarak ezilen halkın yanında yer almıştır.
Şerif Hüseyin Ağa, dağa çıkan Atçalı’yı kızana olan sevdasından vazgeçirmek için, Aydın ilinin zenginlerinden Hasan isimli bir gence verir. Bu durumu öğrenen Atçalı ise Hasan’ı bir bağ eğlencesinde yakalayarak dağa kaldırır. Hasan’a ve babasına yapmış olduğu tehditler ve baskılar sonucunda düğünden vazgeçirmiş ve çetesi için yeterli olacak bir parayı da fidye olarak almıştır.
Bu olarak hiddetlenen Şerif Hüseyin Ağa, Arpaz Bey’i Osman Ağa ile beraber, Uzun Efe ile anlaşarak Atçalı’nın öldürülmesini istemiştir. Uzun Efe yaptığı takiplerde başarıya ulaşamayıp Atçalı’yı bulamayınca, Atçalı’nın annesini kaçırarak ona işkence ve zulümler yapmıştır. Köşk kazasını basan Atçalı, annesine zulüm yapan Uzun Efe’yi yakalamış ve onu öldürmüştür. Bu olay karşısında halkın da takdirini ve saygısını kazanan Atçalı daha sonrasında Arpaz Bey’inin evini basarak kendisini ve çetesini rahata kavuşturacak 20.000 liralık bir paraya el koymuştur.
Osmanlı’da bozulmaya başlayan merkezi otoritenin yanı sıra, balkanlarda başlayan, Fransız Devrimi’nden etkilenen milliyetçilik akımları ile birlikte Osmanlı yönetim biçiminde birtakım değişiklikler yapmaya başlamıştı. Aydın ve İzmir vilayetleri uzun zamandır bir ayan ailesi olan Karaosmanoğlu ailesi tarafından yönetilmekteydi ve bu yönetim tam anlamıyla bir demir yumruktu. Sened-i İttifak sebebiyle yönetim şeklinden taviz vermek zorunda kalan 2. Mahmut, Karaosmanoğlu Hacı Hüseyin Ağa’nın ölümünden sonra bölgede yönetimi tekrar ele geçirmek için bölgeye mutasarrıflar yollamaktaydı. Yeni Vali Hasan Paşa’da diğer mutasarrıflar gibi bölgeye gitmeyerek, voyvoda ve mültezimlerden kendi adına bölgeyi yönetmelerini istiyordu. Bu durum ise, ne yazık ki halkın voyvoda ve mültezimlere karşı boynunu bükük bırakıyor ve yönetime isteklerini hiçbir şekilde ulaştıramamalarına sebep olmaktaydı.
Atçalı, gerek yaptığı eylemler gerekse de davranışları sebebiyle ününü bütün Ege’de duyurur hale gelmişti. Osmanlı Devleti’nin bitmek tükenmek bilmeyen savaş dönemine denk gelen bu dönem, Voyvoda ve mültezimlerin halk üzerinde ekstra vergiler çıkartmasına ve halkın belinin iyice bükülmesinin başladığı dönemle aynı zamanlardır. Bu dönemlerde bu ağır vergilerden ve yaptırımlardan bunalan halk Atçalı’yı kazalarına, köylerine davet eder. O dönem bölgede araştırmalar yapan İngiliz Binbaşı George Keppel’in anlatımlarında ilk başlarda 60 kişi civarı olan kızanlarının ve destekçilerinin yaklaşık 4000 civarına ulaştığını belirtir. Osmanlı belgelerinde ise herhangi bir rakam verilmese de birkaç bin nefer, zeybek olduğundan bahseder.
Atçalı Kel Mehmet, Çakmakoğlu Mehmet, Yörük Ahmet ve Turnalı adlarındaki zeybekleri ile birlikte Güzelhisar, Kuyucak, Nazilli, Bayındır, Tire, Turgutlu, Sultanhisar, Karapınar (İncirliova), Arpaz, Atça, Balyanbolu, Birgi, Bozdoğan, Köşkderesi, Alaşehir, Koçarlı, Buldan, Ödemiş, Salihli, Yenipazar, Yenişehir, Kula ve Eşme gibi Büyük ve Küçük Menderes havzalarının pek çok önemli yerleşim yerini ele geçirmiştir. Güzelhisar’ı ve ele geçirdiği diğer kazaları Ekim 1829’dan aralık ayının sonuna kadar yönetimi altında tutmuştur. Bu süre zarfında öncelikle savaş vergilerini kaldırmış; daha sonra mültezimlerin topladığı fazla vergileri kesmiş; yine topladığı vergilerin devlet hazinesine gitmesi için İzmir’e kaçan Aydın ihtisap müdürünü de geri çağırmıştır.
Burada Atçalı’nın asıl amacı, tarım ve vergi konularında halkın belini büken uygulamaların sonlandırılması, askerlik ile ilgili yeni uygulamaların yürürlüğe girmesi ve serbest ticaret ile ilgili yeni düzenlemelerin yapılmasını istemiştir.
Kendini yönetimine atadığı bu bölgelere vali olarak tayin eden Atçalı, Padişah 2. Mahmut’u Efendi ve halife olarak tanımaktadır. Ayrıca yazışmalarda kendisini vali olarak tanınması ve emirlerinin buyruk sayılması için üzerinde “Vali-i Vilayet, Hademe-i Devlet, Atçalı Kel Mehmet” yani “Vilayetin valisi, Devletin Hizmetlisi, Atçalı Kel Mehmet” yazan bir mühür bastırmıştır. Aynı zamanda İzmir İhtisap Nazırına yazdığı mektupta yapmış olduğu ihtilalden şu şekilde bahsetmiştir. “Benim garezim fukarayı korumak, voyvodaların zulmünden memleketi kollamaktır.”
Osmanlı Devleti bu dönemlerde bütün ilgisini ve gücünü dış sorunlara ve balkanlarda yaşanan milliyetçilik hareketlerine vermekteydi. İlk başlarda Aydın İhtilali birkaç haydudun liderlik ettiği ihtilal olarak değerlendirilmiştir. Edirne Anlaşmasının imzalanması ve Balkanlardaki sorunların şimdilik ertelenmesi sonucunda ise Padişah 2. Mahmut, İbrahim Paşa’yı bölgeye yollayarak bu eylemin sonlandırılmasını istemekteydi. Atçalı her ne kadar padişaha ve devlete bağlı olduğunu bildirmiş olsa da devlet bu ihtilali asla kabul etmemekte ve devlete karşı gelmek olarak adlandırmıştı.
İbrahim Paşa bölgeye gelir gelmez, bütün Batı Anadolu Voyvodalarını seferber ederek, Atçalı’yı dört bir taraftar sarmaya ve sıkıştırmaya başlamaktadır. Fakat eşkıyaları korumak isteyen ve onların yerlerini belli etmeyen yerli halk, İbrahim Paşa’nın en büyük sorunlarının başında gelmektedir. Fakat gerek Tire ve gerek Kütahya’da Çakmakoğlu ve Yörük Ahmet isimli zeybeklerini kaybeden Atçalı, yaklaşan kış koşullarını da düşünerek 1000 kadar kızanıyla dağlara çekilmiş ve Aydın’ı hiç mukavemet göstermeden İbrahim Paşa’ya bırakmıştır. Çetesini de küçük gruplar halinde Yörük aşiretlerinin içine karışmasını emrederek kışı geçirmek üzere dağıtmıştır.
Kış geçip yaralı kızanları iyileşen Atçalı güçlerini toplayarak tekrar Nazilli üzerine yürümüş ve Nazilli, Arpaz ve Atça’yı tekrar ele geçirir. Osmanlı’nın asıl güçleri ise aslında Aydın yolu üzerinde Tepecik mevkiinde Aydın’a saldırmak için geleceklerine emin oldukları Atçalı’yı beklemektedir. Çatışma çok kanlı ve çetin geçmektedir. Kel Mehmet, Palabıyıkoğlu ve Turnalı Ali’yi bu çatışmada kaybeder. Çatışmanın devamında ise kendisi de vurularak ölmüştür.
2. Mahmut, bölgede ayanlığı bitiremese de başına dert olan Atçalı meselesini ortadan kaldırmıştır. Tahir Paşa, 2. Mahmut’un kıyafet reformunu da bahane göstererek zeybek kıyafetinin “Ahlaka ve Dine Uygun Olmadığını” gerekçe göstererek yasaklamıştır. Ayrıca Aydın’a gönderilen bir fermanda ise zeybeklerin “Kafasız ve Akılsız Köpekler” olduğu açıkça sarf edilmiştir. Aynı zamanda bölgede zeybeklere yardım eden pek çok Yörük aşiret ve topluluk zorunlu iskana maruz kalmıştır. Tabi ki 2. Mahmut göremese de Ege Dağları yaklaşık 100 yıl boyunca yine Zeybeklere yuva olmaya devam edecektir.